İhtiyarlık,
dünya hayatından ahiret hayatına geçmenin, dünyalılardan sıyrılıp
nurani varlılara yakınlaşmanın, hatalardan kurtulup tecrübelerle
bezenmenin, masivadan soğuyup Rahmana yönelmenin işaretlerini taşıyan
bir sonun ve bir başlangıcın en görkemli anıdır. Bir meyvenin ağaçta
piştiği halde, ondan asıl istifade etmenin koparıldıktan sonra olduğu
bir vakıadır. Aynı şekilde bir insan da gençlikte pişer, ama asıl
tecrübe meyvesinden yaşlılıkta istifade eder. Görünüm itibariyle
ihtiyarlık, hazan mevsimi gibi yaprak yaprak dökülüşün, çiçek çiçek
soluşun işareti, hakikat itibariyle ise haşmetli bir varoluşun ve
dirilişin göstergesidir.
İhtiyarlık ile yaşlılık terimlerinin
birbirini tam olarak karşılayamadığı kanaatindeyiz. Çünkü yaşlılık
sadece yaşlanma ve ölümü beklemeyi ihtar ederken, ihtiyarlık ise
tecrübe, şuurlanma, ibadette ciddiyet, ahirete hazırlık manalarını
içermektedir. Hadis-i Şerifte " aile içerisinde ihtiyarların hali, ümmeti içerisinde Nebiler gibidir” buyurulmakla,
ihtiyarların aile efradına doğruyu, hakkı, istikameti ve tüm güzel
duyguları bildiren kudsi bir rehber konumunda olduğu hatırlatılmaktadır.
Bu bakımdan, başına beyaz kıllar düşen iki ayrı insanın iki ayrı his dünyası vardır: 1-
Mü'min ve dünyayı misafirhaneden ibaret bilen insanlar için beyaz
kıllar, ikaz edici ve ölüme ciddi hazırlanmanın gerekliliğini ihtar
eden beyaz bir nur ve şaşırtmaz bir rehberdir. Ayrıca saçların
beyazlaması, zindandan çıkma vaktini ısrarla bekleyenlere zindan
kapısının aralanıp dışarıda bulunan nurların en evvel tepesinde
belirmesi gibi, dünya zindanında bulunan ihtiyarların başlarında da
ebedi saadet nurlarının parlamasıyla, bu zindandan çıkacağının
müjdelerini taşıyan bir dost ışığı gibidir. Allah'ın dostu
lakabıyla meşhur ve en büyük peygamberlerden sayılan Hazret-i İbrahim (
a.s ) başındaki beyaz kılların Melekler katında hürmet, ciddiyet,
değerlilik ve olgunluk nişanı olduğunu öğrendiği zaman "Allah'ım vakarımı arttır” niyazında bulunmuştur. 2- Dalalet
ve Gaflet ehli için beyaz kıllar, kezzap gibi yakıcı ve acı bir görünüm
arz etmektedir. Çünkü her beyaz kıl, bu gibi insanlara sevgilileri olan
dünyadan gideceklerini ve azap yurduna doğru bir adım daha
yaklaştıklarını alaylı bir şekilde fısıldamaktadır. Bu nedenle bazı
kişiler için başında beyaz kıl görmek, en tehlikeli düşmanını en
yakınında fark etmek gibi korkutucu bir haldir.
İhtiyarların bir cemiyet içerisinde, üç temel faydaları vardır:
1-Bereket direği olmaları:
Bediüzzaman
Said Nursi hazretleri, İhtiyarlaşmış ve kendi kuvvetiyle maişetini
tedarik edemeyen insanların yüzünden, hem kendilerine ve hem de
çevrelerine ilahi bereketin bol bol indiğini şu çarpıcı tespitlerle
ortaya koymaktadır: "Evet kâinatın şehadetiyle, nihayet derecede
Rahman, Rahîm ve Latif ve Kerim olan Rabbimiz, çocukları dünyaya
gönderdiği vakit, arkalarından rızıklarını gayet latif bir surette
gönderip ve memeler musluğundan ağızlarına akıttığı gibi; çocuk hükmüne
gelen ve çocuklardan daha ziyade merhamete lâyık ve şefkate muhtaç olan
ihtiyarların rızıklarını dahi, bereket suretinde gönderir.
Onların iaşelerini, tamahkar ve cimri insanlara yükletmez. "Allah'tır
gerçek rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan” ( Zariyat Suresi, 58 )
ve " Rızkını taşıyamayan nice canlılar vardır. Sizi de onları da
rızıklandıran Allah'tır” (Ankebut suresi,60 ) âyetlerinin ifade
ettikleri hakikatı, çeşitli özellikteki tüm canlılar lisan-ı hal ile
bağırıp, o gerçeği söylüyorlar.
Hattâ değil yalnız ihtiyar
akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların
rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlukların rızıkları dahi,
bereket suretinde geliyor. Bunu ispat eden ve kendim gördüğüm bir
misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki; iki - üç sene evvel hergün
yarım ekmek, - o köyün ekmeği küçük idi - belirli bir tayinim vardı ki,
çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O
aynı tayinim hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı.
Ey
insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hanesine misafir
geldiği vakit berekete sebep oluyor; öyle ise mahlukatın en mükerremi
olan insan ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman ve ehl-i imanın
en ziyade hürmet ve merhamete layık olan hasta ihtiyarlar ve alîl
ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve
müstahak bulunan akrabalar ve akrabaların içinde dahi en hakikî dost ve
en sadık sevgili olan peder ve vâlide, ihtiyarlık halinde bir hanede
bulunsa, ne derece vesile-i bereket olduklarını sen kıyas eyle. ( Mektubat, s: 262)
2-Rahmet-i İlahiye'ye vasıta olmaları: Cenab-ı
Hakkın engin ve zengin rahmeti kainatın tamamını kuşatmıştır. Özellikle
bu latif rahmet, rahmete daha layık ve müstahak olanlara, daha kolay ve
çabuk ulaşır. Rahmete mazhar olanların başında ise yavrular, acizler,
garipler ve masumlar gelmektedir. İşte yavrular hükmüne geçmiş, kendi
ihtiyacını göremeyecek kadar çok aciz duruma gelmiş, bütün
sevdiklerinin ahirete göçmesiyle yalnızlaşıp fevkalade garipleşmiş ve
masumiyet kesb etmiş ihtiyarlar, elbette ilahi rahmete herkesten ve her
şeyden daha ziyade layıktırlar. Rahmete ermek isteyenlerin bu
ihtiyarlara daha çok merhamet etmesi icap eder.
Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri şu tespitlerini kaydeder: "Eğer rahmet-i Rahman istersen, o Rahman'ın vedialarına ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.
Âhiret
kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zât vardı. Dininde, dünyasında
muvaffakiyetli görüyordum. Sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o
muvaffakiyetin sebebi: O zât ise, ihtiyar peder ve vâlidelerinin
haklarını anlamış ve o hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden
rahat ve rahmet bulmuş. İnşallah âhiretini de tamir etmiş. Bahtiyar
olmak isteyen ona benzemeli.” ( Mektubat, s: 262)
1-Musibetlerin def' edilmesinde şefaatçi olmaları: Hadis-i Şerifte: "Aranızda
beli bükülmüş ihtiyarlarınız, otlayan hayvanlarınız ve emzirilen
çocuklarınız olmasa idi, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti." (
Keşfü-l Hafa, 2/163) buyurulmakla, bir eve, millete, devlete veya
mevkie inecek olan musibeti def'edecek sebeplerin başında, ihtiyarların
varlığı gelmektedir.
Bu nedenle ihtiyarları sevmeli, saymalı, onlara kötü söz söylememeli, azarlamamalı, hatta "öf”
bile denilmemelidir. Çünkü, onlar Allah'ın bir hediyesi ve emanetidir.
Allah'ın emanetine hürmet edenler, rahmete mazhar olacaklardır. O
emanete gereken ihtimamı ve merhameti gösteremeyenler ise, hem bu
dünyada hem de ahirette rahmetten mahrum kalacaklardır.
Kur'an-ı
Kerimin muhtelif Ayet-i Kerimelerinde ve bazı Hadis-i Şeriflerde anne
ve babalara hürmetin Allah'a ve Resulüne ( a.s.m ) hürmet anlamında
olduğu ve onları kırmamak lazım geldiği ifade edilmektedir. Bunlardan birkaçı şöyle:
"Yüce
Rabb 'in şöyle emretti; Yalnız Allah'a ibadet edeceksiniz, ana -
babalarınıza iyilik yapacaksınız. Şayet bunlardan biri veya her ikisi
senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara "öf " dahi deme, yüzlerine
bağırma, onlara tatlı söz söyle. Onlara, merhamet belirtisi olarak
tevazu kanadını aç da, "Ya Rab, küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi, sen de onlara merhamet et de "(İsra suresi, 23-24)
"Biz,
insana, ana-babasına iyilikte bulunmayı tavsiye ettik. Özellikle de
anasını tavsiye ederiz ki, o, kat kat zaafa düşerek ona hamile kalmış,
emzirmesi de tam iki sene sürmüştür. Binaenaleyh; bana ve ana - babana
şükret. " ( Lokman suresi, 14 ).
Peygamber Efendimiz de (a.s.m) "kime iyilik yapayım?" diye
üç defa soran bir sahabeye, üç defasında da, "annene" cevabını verir.
Sonra sorduğunda ise, babasına iyilik yapması gerektiğini söylemiştir.
(Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1).
Sahabelerden Ebu'd-Derdâ (r.a) bildiriyor: "Hz.
Peygamber (a.s.m) bana dokuz önemli şey tavsiye etti. Bunlardan biri
de; ana - baba da dahil olmak üzere aile fertlerinin ihtiyaçlarını
karşılamaktır." (Buhârî, Edebü'l-Müfred, 9) Yine
Peygamberimiz (a.s.m), cihada katılmak isteyen bir sahabeyi,
ihtiyaçlarından dolayı, ana - babasının yanına göndermiştir. (Buhârî,
Edebu'l - Müfred, 9).
Bir gün Peygamberimiz (a.s.m) ashabına; "Size, büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?" diye üç defa sordu. Üç defasında da sahabeler "evet bildir, ey Allah'ın Resulü" dediler. Peygamber efendimiz ( a.s.m) ; "bunlar sırasıyla Allah'a ortak koşmak, ana - babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek" olduğunu belirtmiştir. (Buhârî, Edeb, 6).
"Ana
- babamı ağlar hâlde terk ederek, hicret etmek üzere senin emrini
almaya geldim" diyen bir sahabeye Peygamberimiz (a.s.m): "Onlara dön,
nasıl ağlattınsa onları öylece güldür, sevindir" der ve henüz Müslüman dahî olmayan ana - babasının yanına gönderir.
Peygamberimiz (a.s.m) çok öfkeli bir şekilde üç defa, "Yazıklar olsun o kimseye " dediğinde Ashab-ı Kiram; "Kimdir o? Ey Allah'ın Resulü! " diye
sorunca; "Ana - babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı
hâlde, Cennet'e giremeyip Cehennem'i boylayan kimse" der. (Müslim,
Birr, 9).
Amr ibn ül-Âs'ın oğlu Hz. Abdullah (r.a) anlatıyor:
Bir adam peygamberimiz (a.s.m)'a gelerek cihada gitmek için izin
istedi. Peygamberimiz de ona; "Annen baban sağ mıdır?" diye sordu.
Adam: "Evet", deyince Resulüllah (a.s.m): "O hâlde sen önce onların
rızasını almaya çalış, " buyurarak ona bu görevini hatırlattı.
(Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 377).
Hz. Peygamber (a.s.m) çocukların ebeveynlerine karşı sorumluluklarının ne kadar büyük olduğunu şöyle dile getirmektedir: "Çocuk,
hiç bir iyilikle babanın hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olmuş bir
vaziyette bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa hakkını öder."
(Buhârî, Edebü'l-Müfred, 6) Hz. Büreyt (r.a)'dan rivayet edilen
bir Hadîs-i Şerifte; adamın biri Kâ'be'yi tavaf ederken annesini
omzunda taşıyarak tavaf ettirmiş. Resulüllah (a.s.m)'ın yanına gelerek:
" Annemin hakkını ödedim mi?" diye sormuş. Resulüllah ( a.s.m) " Hayır, bu yaptığın sana hamile iken alıp verdiği bir nefesin hakkı bile değil." diyerek cevap vermişlerdir. Yukarıda
geçen ayetlerde de görüldüğü gibi, Cenab-ı Hak kendisine ibadetten
hemen sonra ebeveyne iyiliği emretmiş, Peygamberimiz de (a.s.m): "Allah'ın rızası, babanın rızasında, gazabı da gazabındadır"
(Buhârî, Edebü'l-Müfred, 1; Tirmizî, Birr, 3) buyurmuştur. İyilik
yapmada babadan önce gelen annenin durumu da, tabii ki böyledir.
Bu
şefkat dolu tasvirin, insanları anne babalarına teşekküre yönelttiği
oldukça açıktır. Bu gibi ifadelerden de anlaşıldığı gibi, eşyanın ve
varlıkların hakiki makamını ve mertebesini Kur'an ortaya koyduğu gibi,
anne ve babalara nasıl davranılması gerektiğini de en iyi İslam dini
tasvir etmektedir.
Okunma Sayısı : 1391
|