"Bir
şey mutlak zikredilince kemâline masruftur,”; yani, o şeye sahip olan
en mükemmel fert anlaşılır. Bu kaideye göre, hayat denilence de insan
hayatı akla gelir. Bizim, diğer hayat çeşitleri hakkındaki
bilgimiz özet bir bilgidir; tahminlere dayanır. Kendi hayatımız
hakkında ise vicdanımıza dayanan doğru bilgilere sahibiz. Bu sebeple
söz konusu vecizeyi, insan hayatını esas alarak anlamaya çalışmamız
daha doğru olur.
Hayat, ruhun bir sıfatıdır. İrade, görme ve
işitme de ruhun sıfatlarıdır. Fakat, hayatın bu noktada ayrı bir yeri
vardır. Ruh, hayat sahibi olduğu için görmekte, işitmekte, irade
etmektedir. Kaynak sıfat, ‘hayattır. Yoksa, ruh, işitme sıfatına sahip
olduğu için görüyor, yahut irade sıfatına sahip olduğu için işitiyor
değildir.İşte hayatta bütün sıfatlar memzuç, yani birbiriyle mezc
olmuş, karışmış, bitişmiş ve bir tek şey haline gelmiş olduğu içindir
ki, İlâhî sıfatlar gibi, esma ve şuunat da hayat ile bilinmektedir.
Hayat
sıfatı, Allah’ın ‘Hayy’ yani ‘hayat sahibi’ olduğunu açıkça gösterdiği
gibi, O’nun ‘Kayyum’ olduğunu da bildirir. Hayatın gitmesiyle, beden
hiçbir vazife göremez hale gelir; yıkılıp dağılır. Bu hal gösteriyor
ki, hayat Kayyum isminin de bir cilvesini taşımaktadır. Bu âlemdeki her
mahluk da, varlığını Allah’ın Kayyum isminin bir tecellisiyle devam
ettirmektedir. İnsanın bütün organları gibi, bütün duyguları ve bütün
his dünyasının da faaliyet göstermesi hayat sıfatı sayesindedir.
Elimizi kaldırıp indirmemiz, yürümemiz, kalbimizin, midemizin ve diğer
organlarımızın çalışmaları hep hayata dayandığı gibi, sevmemiz,
korkmamız, istek duymamız, heveslenmemiz, öfkelenmemiz, şefkat etmemiz
de hayat iledir. Hayatsız cisimlerde bunların hiçbiri görülmez.
"Ruhumuzun
işleri” diyebileceğimiz bütün bu faaliyetler, İlâhî "isimlerden ve
şuunattan” haber verirler. Üstadımız "kâinatı bir ağaca, elementleri
onun dallarına, bitkileri yapraklarına, hayvanları çiçeklerine,
insanları ise meyvelerine” benzetmiştir. Hayat mahsulü veren şu kâinat
tezgâhının en mükemmel neticesi insan hayatıdır. Bu hayat, tek başıyla,
bütün kâinatta tecelli eden isimleri, sıfatları ve İlâhî şuunatı
gösterebilecek bir mahiyete sahiptir.
Üstadımızın hayat için
kullandığı şu ifadeler, konunun daha iyi anlaşılmasına ışık tutar: "Hem
Rahman, Rezzak, Rahîm, Kerim, Hakîm gibi çok esma-i hüsnanın
cilvelerini câmi’ ve rızk, hikmet, inayet, rahmet gibi çok hakikatleri
kendine tabi eden ve görmek ve işitmek ve hissetmek gibi umum
duyguların menşei, madeni bir acube-i hilkat-i Rabbaniyedir.”
(Lem’alar)
Rızık, hayat sahiplerine lazımdır. Hikmet, hayat
sahibinin her hücresinde, her organında çok net olarak görülür ve
okunur. İnayet ve rahmet, ancak hayat sahiplerine yapılır. Şifa ancak hayat sahipleri için geçerlidir. Tevbe etmek ve affedilmek de yine günahkâr hayat sahipleri için söz konusudur. Gazap, kahır ve ceza verme de yine hayat sahiplerinde bulunan özelliklerdir. Şükür ve hamdi hayat sahipleri yaparlar. İman, marifet, muhabbet gibi ulvî meziyetler ancak hayat sahiplerinde bulunabilir. İlim, irade, görme, işitme gibi sıfatlar hayat sahiplerine mahsustur. İzzet ve zillet, tevazu ve kibir hayat sahiplerinde bulunur.
Alaaddin Başar
Okunma Sayısı : 2409
|