Maddenin
en yaygın tarifi; "uzayda yer kaplayan, bölünüp parçalanabilen,
tartılabilen ve duyu organlarıyla idrak edilebilen şeyler”,
şeklindedir. Madde hakkında asrımızın fizik alimlerinin yaptıkları bir
başka tarif de şöyledir: "Madde, enerjinin kesifleşmiş şeklidir.”
Eskiden,
bir kısım insanlar putlara taparlardı. Şimdi ise putların maddesine
tapıyorlar. Bu yeni putperestlere materyalist deniliyor. Ama arada
önemli bir fark var: Puta tapanlar onu İlâh biliyor ve ona karşı kendi
akıllarınca, yahut dedelerine uyarak bir takım mükellefiyetler ihdas
ediyor ve onları yerine getirmeye hassasiyetle çalışıyorlardı.
Maddecilerde, materyalistlerde ise maddeye tapma, sorumluluktan kaçmaya
dayanıyor. Çünkü maddeye karşı hiçbir sorumluluk altına girmiş
olmuyorlar.
Çok iyi biliyorlar ki, madde bize hizmet ediyor.
Bedenimiz ruhumuzun emrinde. Ve madde ancak bedenimiz için söz konusu.
Ruhun maddeye tapması, bir insanın kendi evine tapması gibi bir şey.
Böyle bir saçmalığı vicdanları kabul etmediğinden inançsız ve sorumsuz
yaşama yolunu tutuyorlar. Bu yol ise nefsin hoşuna gidiyor.
Nur
Külliyatında maddenin özellikleri sıralanır ve her biri için güzel
açıklamalar yapılarak, dikkatler maddenin yaratıcısına çevrilir.
Bunlardan birisinde şöyle buyrulur:
"Bilmüşahede madde, mahdum
değil ki her şey ona irca’ edilsin. Belki hâdimdir, bir hakikatın
tekemmülüne hizmet eder. O hakikat, hayattır. O hakikatın esası da
ruhtur.” Sözler
Maddenin hayata hizmet ettiğinden kimsenin
şüphesi yok. Kendi hayatımızda bunun nice misâllerini görüyor,
görmekten öte bizzat yaşıyoruz. En basitinden, ellerimiz kalemi
tutuyorsa, ruhumuzun isteğine uyarak tutuyor. Ruh ve ondaki hayat
sıfatı "efendi” makamında, madde ise "hizmetçi”. Yani mahdum olan,
kendisine hizmet edilen hayattır, ruhtur. Hadim, yani hizmet eden ise
beden. O halde ruh ve ona bağlı bütün fonksiyonlar bu hizmetçiye
verilemez ve onunla izah edilemez. Aksi halde, her biri diğerinden
saçma, bir çok batıl fikirleri kabul etmemiz gerekir.
Namaza
giden bir insan düşününüz. Namazın İlâhî bir emir olduğunu ve bu emre
uyulması gerektiğini bilen ruhtur. Ve ayaklar, ruhun emrine uyarak,
caminin yolunu tutar. Aksi olsa, iman ve marifeti, ibadet etme şuurunu
bedene vermek, ondan bilmek gerekir. Yani, "Beden iman etmiştir, beden
camiye gitmek istemiştir, beden namaz kılmış, dua etmiş ve niyazda
bulunmuştur.” gibi nice akıl dışı iddiaları kabul etmek gerekir.
Bedenimiz
kâinatın maddesinden bir özet, ruhumuz ise ondaki her çeşit hayata bir
misâl. Bu kâinat, mesela, bir meyve ağacının imdadına koşturuluyorsa,
bunu madde ile izah etmeye kalkıştığımızda, "rızk” mânâsını, "açlık”
mânâsını, "rahmet” ve "merhamet” mânâlarını kâinatın maddesine vermemiz
gerekecektir. Buna ihtimal vermeyen salim ve müstakim akıllar, bu madde
âlemini hayata hizmet ettiren Allah’ı tanır ve bütün bu işleri Onun
rahmetinden, ihsanından, kereminden bilirler.
Böylece
hizmetçiye, hizmeti kadar değer verir ve nazarlarını Onu hizmet
ettirene çevirirler. Şükürlerini Ona verirler, ibadetlerini Ona
yaparlar. Gerçeği bu şekilde tespit etmeyen ve doğruyu bulamayan
insanlar, her şeyi madde ile açıklamaya kalkışır, hayatı, ruhu, his
âlemini ve duyguları madde ile açıklamak için hayli zorlanırlar.
Görmeyen maddeye göz takmaya çalışırlar. İşitmelerini madde ile
açıklamak için maddeye kulak takarlar. Sevgilerini, endişelerini,
meraklarını, şefkatlerini, korkularını ve daha nice hislerini maddeye
vermekle mahiyet itibariyle eşsiz bir komedi, ama insanlık adına
korkunç bir trajedi sergilerler.
Bunların hâli Nur Külliyatında şöyle nazara verilir:
"Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.” ( Mektubat )
Aklı
başında her insan kabul eder ki, ilim eserden öncedir. Sanatkârlık da
sanat eserinden önce. Bir cümle, önce zihinde şekillenir de sonra
kâğıda dökülür. O cümleyi okuyan her insan hemen anlar ki, bu cümle,
yazılmadan önce birinin ilminde şekillenmişti ve onun irade ve
kudretiyle bu kâğıda döküldü. Bunu anlayabilecek kadar bir akla sahip
olan herkes, şu kâinat kitabındaki bütün yazıların, İlâhî ilimde
şekillendiğini ve İlâhî kudretle yaratıldığını, yazıldığını hemen
anlar. İşte bu yazma sırasında madde istimal edilir. Yoksa, madde o
yazıdaki mânâları önceden bilemez ki, ona göre şekil alsın ve cümleler
öylece vücut bulsunlar.
Bir irfan ehli şöyle diyor:"Madem ki
madde enerjiye dönüşüyor, ‘her şey aslına rücu eder’ kaidesince
maddenin aslının da enerji olduğunu söyleyebiliriz.”
Günümüzde
fizik ilmi bu gerçeği keşfetmiş bulunuyor:"Madde, uzayda (mekanda) yer
tutan; eni, boyu ve yüksekliği olan, zaman boyutuna bağlı ve
tartılabilen şeye denir. Bir cismin ihtiva ettiği madde miktarına kütle
denir. Bir cismin kütlesi yerde 1 kg. ise, Ayda ve gezegenlerde de yine
1 kg. dır.
Maddeyi enerji, enerjiyi de kuantlar oluşturur.
Madde, çok yoğun enerji, enerji de çok seyrek (seyreltilmiş) maddedir.
Madde ve enerjinin temel yapısı, kuantla tanımlanır. Kuant enerjinin en
küçük miktarı, yani en küçük enerji birimidir. Kuantın sözlük anlamı
da, miktar, birim, sayım demektir. Buradan hareketle, maddenin
enerjiye, enerjinin de maddeye dönüşebileceğini söyleyebiliriz. Ve
kuantlar için, ‘maddenin temeli olan enerji birimleri’ diyebiliriz.
Işık,
ışınlardan oluşur. Bu ışınlar da tespih taneleri gibi ardada dizilen
fotonlardan (kuantlardan) meydana gelir. Yani, ışığın en küçük enerji
birimi, fotondur.
Madde, enerjiye dönüştüğünde elde edilen bu
enerjiyle çok büyük işler başarılabilir. Meselâ, beş harfli bir tek
kelimeyi yazmak için kullanılan mürekkep enerjiye çevrilebilse, bu
enerji ile on tonluk bir yükü bir kilometre havaya fırlatmak mümkün
olabilecektir.
Enerji ortadan kalkarsa madde ortaya çıkar.
Madde yok edildiğinde ise enerji meydana gelir. Nükleer fizikte verilen
reaksiyonlarda şunu görebiliriz: Birbirinin antimaddeleri olan bir
elektronla (madde) bir pozitron (madde) bir araya getirildiğinde, çok
kısa bir süre içinde, bunlar birbirinin etrafında dönerek pozitranyum
atomunu (madde) kurarlar. Fakat, saniyenin on milyonda biri kadar olan
bu kısa sürenin sonunda, her ikisi de madde âleminden çıkar ve
yerlerini enerjiye terk ederler.”
Biz bu enerjiyi İlâhî
kudretin bir tecellisi biliyor ve bu âlemdeki her şeyin sadece sonsuz
bir kudretle değil, yine sonsuz bir ilimle, mutlak bir iradeyle vücut
bulduğuna inanıyoruz.